Kazanma Tutsaklığı

Günümüzde futbol dâhil, tüm spor dalları yaş ve sınıf gözetmeksizin “kazanmanın” abartıldığı bir dönemdedir. Sahaların dışında sinemada zafer ve başarı öykülerini ele alan filim ve romanlarda da “kazanmak” başlı başına bir kült; tabu haline gelmiş, getirilmiştir.

Takım veya sporcu kazandığında yüceltilir, bir anlamda putlaştırılır ve her şey önüne serilir; kaybettiğinde ise değersizleştirilir, aşağılanır ve çok zamanda saha dışına itilirler.

Spor, varoluşundan bu yana, çeşitli yapısal değişiklik gösterse de, aslında spor bir “oyundur” ve kökeni “eğlenmektir.” Kişiler ve insanlar kazanma ve kaybetmeye sıkıştırmaktan öte oyunu zevk almak ve eğlenmek üzere tasarlamışlardır. Hatta spor filozofları, “sporu eğlenmek ve zevk alma dışında kullanılmamasını; sadece insana özgü bir davranış olduğunu” söyler. Daha ileri giderek, “İnsan dışında hiçbir canlının spor yapamayacağını; sporun öğrenilmiş bir davranış olduğunu” söylerler.  

Daha sonraları, insan sporu, hayatta kalmak için öğrendikleri becerileri oyun formunda kurallı biçimde tasarlayarak çeşitli anlamlar yükleyerek bugüne kadar geliştirerek haz ve eğlence dışında; ekonomik kazanç elde etmek için de tasarlamışlardır.

Spor bugün farklı dallarda hızla farklılaşarak günümüzün teknolojik, sosyolojik, ekonomik ve kültürel değişimlerinden etkilenerek yeni formalara yol almaktadır. Futbol da aynı değişim ve gelişmelerden etkilenerek kendince yol almaktadır.  Bu gelişim ve değişim her zaman olumlu değildir; sahalarda görülen şiddet, bahis, kara para aklama; spor yoluyla oluşturulan düşmanlık, ırkçılık, milliyetçilik olguları futbola ve geleceğine de gölge düşürmektedir.

“Oynamak, eğlenmek ve zevk alarak diğer insanlarla bütünleşerek, gelişmek ve değişmek ” olan spor, bugün farklı bir olgu olarak karşımıza çıkmışsa, bunun nedeni, sporun felsefesi olan oynamak ve eğlenmek yerine kazanmayı, güçlü olmayı yüceltmesinden kaynaklanmaktadır. Profesyonel spor ve özellikle futbol, kazanmanın olması gerektiğinden fazla abartıldığı ve birer süper kahramanların yaratıldığı bir alan haline gelmiştir. Sporcular eski dünyanın modern biçimleri olan savaşçılar, stadyumlarda “Arena’lara” evrimleşerek bu döngüyü tamamlamışlardır; dolayısıyla sadece kazanan takımların kutsandığı özel “mabetlere” dönüşmüşlerdir.

Seyirciler ( çoğunluk) tuttukları takımın galibiyetlerinde aşırılıklara kaçan kutlamalar göstermekte, mağlubiyetlerde ise taşkınlık yaparak takıma ve çevreye zarar vermeyi kendilerince hak görmektedir.

Spor yapmak sadece sporcu yetiştirme gibi algılanınca da kitlelerin spor yapması ise başka bir yazı konu olsa da bu zihniyetin doğal bir yansımasıdır.

Sporun kısa tarihsel yolculuğundan bugünün futboluna dönecek olursak bazı gerçekleri de kabul etmek durumundayız.

Spor Bilimciler, antrenmanı bir bilim haline getirdiler ve uzun dönemli sporcu yetiştirme modelleri geliştirerek sporcuyu olması gerektiği biçimde yetiştirmeye başladılar; böylece de rekorlar ve başarılar gelmeye başladı. Burada antrenmanların önemi arttı ve içeriği de değişmeye başladı. Antrenman sadece sahada yapılan teknik çalışmalar değil, güç, dayanıklılık, çabukluk, gibi fiziksel unsurların yanı sıra özgüven, baskı altında soğukkanlı kalabilme, duyguları yönetebilme, doğru iletişim, oyun zekâsı, başarısızlıklarda çabuk toparlanma gibi psikolojik becerileri de içermeye başladı. Tamamlayıcı olarak ta doğru bir felsefe, iyimserlik, mutlu olabilme, doğru beslenme ve dinlenme gibi bazı erdemleri de kapsamaktadır.

Profesyonel sporda kazanmak temel amaç veya çıktı olarak görülse de, sporcu bir insan olduğundan dolayı temel yetiştirme ve uzmanlaşma insanı, psikolojisini ve doğasını temel almak zorunda olduğundan, onun duygusal ve fiziksel dünyasından öte bir eğitim sistemi geliştiremez. Son günlerde geliştirilen uzun dönemli sporcu yetiştirme modelinde spor dalı ve yaş gözetilerek planlanmıştır. 12 yaşına kadar temek beceriler kazanılır ve burada sporcu temel sportif becerileri öğrenirken zevk alması ve eğlenmesi ana amaç haline getirilir; yarıştırma formu yoktur sadece öğrenme ve gelişim başarı ölçütüdür. 12 yaşından 16 yaşına kadar kimsenin sporcu olacağı garantisi olmadığı için – hele ülkemiz koşullarında- sporcu burada antrenman yapmayı, antrenmanın doğasını öğrenir; 16 yaş sonrası elit sporcu olana kadar bu futbolda 21 ve ötesi olarak düşünülür, burada fiziksel ve zihinsel olarak geliştirilen sporcu tamamen yarışmacı olarak yetiştirilir. Sonrasında ise kazanmak için sporcu antrenman yapmaya başlar ve kazanmayı temel çıktı olarak kabul eder ama kazanmak tek değer değildir sadece bir sonuçtur. Bilir ki sporcu her yarışma veya maç bir kazanma şansısıdır. Kazanabilmek için her açıdan kendini geliştirmeye, yenilemeye ve öğrenmeye devam eder. Felsefi olarak ta kendini kazanma ve kaybetmenin ötesinde görür ve yapabileceğinin en iyisini sergilemeyi amaç ve değer olarak kabul eder. Başarılarını abartmadığı gibi başarısızlıkları da bir öğrenme döngüsüne dönüştürür. Olgun, tutarlı, karakterli ve bir o kadar da yaptığı sporun gönüllü bir elçisi gibi hareket eder hem saha için de hem de saha dışındaki hayatında.

Sporcu, önemli olmaktan çok değerli olmaya odaklanır; sporu kullanarak her açıdan gelişmeye yönelir. Çalışmanın, öğrenmenin, işini doğru ve tam yapmanın; tüm davranışlarının sorumluluğunu alır ve önce her şeyden kendini sorumlu tutar. Kendini, “ne olursa olsun kazan”  tuzağından korur. Sporun ve kazanmanın kendini değersizleştirmesine ve yenmesine izin vermez. Sporcu yeteneği ile başarı elde etmeye çalışırken karakteri ve davranışları ile gönüllerde yer almayı ve hayatının her döneminde doğru ve tutarlı bir duruş göstermesini de öğrenir. Çünkü gerçek anlamda bir sporcu, kazanmaya koşullandırılmış, bir robot değil, aksine mesleğinin bir filozofu ve yeteneklerin efendisidir.

Özetle, futbol hayatın ve yaşamın anlamı değildir; futbol tek başına hayat ta değildir ama yaşama anlam ve güzellikler katan bir oyundur. Eğlendiğimiz, zevk aldığımız, bizlere paylaşmayı öğrettiği ve hayata dair güzel şeyler öğrendiğimiz sürece hep güzeldir futbol. Böyle güzel bir oyunu sadece kazanmaya sıkıştırarak bu tuzağa düşmemeliyiz. Futbolun diğer güzelliklerine hayal gücümüzü de kullanarak yelken açarsak güzel bir yolculuğa dönüşebilir.

Turgay Biçer, Stadyum. 02 Nisan 2017

Scroll to Top