Kiminle karşılarsak karşılaşalım, sohbet sonunda veya başında, kişiler hayatın zorluğundan ve zorlanmalarından bahseder; sohbetin yönü, “burada yaşanmaz artık, vallahi, eskiyi özlüyoruz” gibi söylenmelere gitmeye başlar…
Ne oluyor da insanlar daha yorgun, daha umutsuz, daha ciddi, neşesiz ve karamsar oluyor?.. Oysa, insanımız hep geleceği bir ümit olarak görür ve her şeyin gelecekte düzeleceği ve iyileşeceği umudu taşır genellikle…
Sahi, hayat denen bu şey nedir; bizim dışımızda bir şey midir ki her geçen gün insanı yıpratıyor ve onu her geçen gün daha da karamsar yapıyor…
Hayat, aslında yaşamın ta kendisi ama gerçekte hayat bizi yormuyor. Yorulan bizi ve olumsuz düşüncelerimiz, aşırı isteklerimiz, doğamızdan kopmalar sonunda yaşanılan gerilimler; kontrol edemediklerimizi kontrol altına almaya çalışmalarımız bizi gerekten yıpratıyor ve biz de buna hayat diyoruz; bir anlamda yel değirmenlerine savaş açıyoruz…
Kentte yaşamanın ve düşünsel ve duygusal alt yapımızın eksikliğinden gelen zorlanmalar ve uyum zorlukları yaşıyoruz ve buna “stres” diyoruz aslında. Yani canlılık düzeyimizi bizden alıp bizim posamızı çıkaran şeye de hayat deme yanılgısı içine düşüyoruz…
Oysa her şeye rağmen, bu hayatta güzel, anlamlı, doğru yaşayabilen insanlar da var. Aslında onlar başarabiliyorlarsa bizde yapabiliriz ama önemli olan yapmak istemek; kendimizi yapılması istenenlere değil de kendi karakterimize ve doğamıza göre biçimlendirmeyi öğrenmek ve bazı şeylere de “hayır” diyebilmek… işte asıl mesele bence bu…
Hırslarımız yerine azmimizi, beklentiler yerine yapabileceklerimizi, şatafat yerine doğallığı, karmaşa yerine sadeliği, kabul edilmeyi beklemek yerine işimizi doğru ve tam yapabilmeyi, sevgiyi daha hayatın merkeze koymayı, eğlenmeyi, gülmeyi ve yardımlaşmayı daha öne alabilirsek zorlanmadan hayat denen şeyi daha da yaşanabilir hale getirebiliriz…
Kargaşadan, savaşlardan, kin ve nefretten de uzak durmak ve kızsak bile saman alevi tadında yaşadığımızda olumsuz duygularımızı daha insan olmaya başlayabiliriz aslında…
Değerli olanı önemli olana tercih etmeliyiz, savaşı barışa, mutsuzluğu mutluluğa, somurtmayı neşeye, yalnızlığı çokluğa ve yarenliğe tercih etmeliyiz..
Aslında doğamızda var olanı yapmak yeter de artar bile ama kendimizi dışında başka biri olmaya ve davranmaya başladığımızda asıl karmaşayı yaşamaya başlıyoruz.
Mutluluklarımızı doğallığa, sadeliğe ve küçük şeylerden haz alabilmeye indirgedik mi çok büyük sorunlar küçülecektir. Hayat aslında bizle ve hissettiklerimizle güzel aslında ve bir nefes alabilmenin de kıymetini bilmek lazım…
Turgay Biçer Kasım 2015