Fransa’da yapılan Avrupa şampiyonasına, futbol milli takımımızı büyük umutlarla uğurladık. Öncesinde televizyon ekranlarında, afislerde, reklamlarla takımımıza moral vermek için çeşitli etkinlikler yapıldı. Bunun nedenlerinden birisi son yıllardaki milli takımımızın maçları beklenen izlenme oranını yakalamıyordu; dolayısıyla, milli takımla halkı kaynaştırmak; ilgiyi tekrar milli maçlara odaklamak ve milli takım oyuncularını medya yoluyla dolaylı olarak moral vermekti.
Futbolun haklı şöhretinden dolayı firmalarda, reklamlar ve sponsorluk yoluyla tanınırlığını ve itibarını yükseltmek istediler. Duygusal iletilerle, tüketiciler üzerinde “yanınızdayız” demek istediler hem sporculara hem de kendi pazar gruplarına.
Maçlara iyi başlayamayınca doğal olarak tepkiler yükseldi; zaman zaman sporcular ve teknik ekibe eleştiri dozunu aşan tepkiler oluşmaya başladı. Zira algı o kadar yükseğe çekilmiş ve kahramanlık o kadar yüceltilmişti ki, “ biz pes etmeden bitmez” sloganı adeta milli takımı bitiren bir söyleme dönüştü. Bunun ne kadar doğru bir iletişim stratejisi olduğu başka bir konu ama beni asıl düşündüren konu, futbolun sadece sonuçlara; yani “skora” indirgenmesidir.
Futbol sadece futboldur ve sadece bir “oyundur” Sporun; dolaysıyla futbolun, sağlık, eğitim, sosyalleşme, toplumsallaşma, değişim, ekonomik ve yarışma boyutları ve işlevi olan muhteşem zengin bir olgudur. Onu dar kalıplara sıkıştırdığınızda ve kazanma dışında diğer ögelerini yok saydığınızda futbolun bir geniş kültürünü ve var oluşunu inkâr etmiş olursunuz. Bunun önemli nedeni de, sporu sadece seyretmeye indirgemektir. Sporculuk ve sporda profesyonelleşme piramidin en üst basamağıdır; halkın büyük yüzdesi spor, egzersiz yapmıyorsa, spor anlaşılmamıştır; sporu kaslarına geçirmemiş demektir. Bu durumda da sporcular ön plana kahraman olarak çıkar ve kimse kahramanlarının kendilerini üzmesini istemez; yenilgilerde ise tepkiler çok sert olur; keza, yengilerde de abartma eş durumda gerçekleşir.
Spor kültürünü benimsemiş, sporu bir yaşam biçimi yapmış ülkelerde, sonuçlara bakılmaksızın, sporcular izleyiciler tarafında değer verilir, korunur ve saygı duyulur. Kızgınlıklar olsa bile bunlar yapıcıdır, yol göstericidir. Sonuçlar üzerinde algı yönetimi yapılmaz; futbolun profesyonelleri sonuçları gerçekçi değerlendirerek yapılması gerekeni yaparlar.
Daha dengeli sevmeliyiz takımlarımızı ve sporcularımızı. Mesele milli takımsa, daha başka bakmalıyız sporcu ve teknik ekibimize. Alkışlamalıyız onları performanslarından dolayı. Onlarında bir “inşa” olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Hele zor yetiştirdiğimiz ve bizleri, yâd ellerde temsil edenlere ise daha başka bakmalıyız. Bu kardeşlerimize hata yapma sansı tanımalıyız daha büyük öğrenmeleri için. Açmadan soldurursak onları, sadece “yazık” etmiş oluruz.
Tepki koymak bir insanlık durumudur ama tepkisellik aklı ve sevgiyi kullanmamak demektir bence bu durumdan çıkaracağımız ders, “üzümü mü yemek istiyoruz, yoksa bağcıyı mı dövmek” Niyetimiz, davranışımızı belirleyeceğine göre, sporda bağcıyı dövmek olmaz; sadece “üzümü yemek” olmalıdır amacımız…
Yine de alkışlıyorum ben millilerimizi her şeye rağmen; katılmak ve yarışmakta önemlidir ve bir gururdur bizler için…
Turgay Biçer
24 Haziran 2016
İstanbul